En Büyük Kabusunun İçine Hapsolmak
(Pablo Escobar feeling lonely)
İnsan, kendini tanıdıkça en büyük korkusunu da keşfeder. Çocukluğumuzdan beri içimizde taşıdığımız, adını bile koymadan hissettiğimiz o derin korku... Hayat boyu peşimizi bırakmayan, gölgesiyle varlığımızı saran bir gerçeklik. Hep kaçarız ondan; yanlış olduğunu bilsek bile ondan kaçmak için saçma yollara saparız. Fakat biz ondan kaçtıkça, o bizi kovalamaktan asla vazgeçmez. Kimi zaman en mutlu anlarımızda bile arkamızda belirir. Ve biz, korkumuzla yüzleşmek yerine ondan kaçmaya devam ederiz.
Hayatımız aslında evrene gönderdiğimiz mesajlarla içimizde tuttuğumuz ya da arada bir dile getirdiğimiz isteklerimizle şekillenir.. Derler ki bir şeyi kırk kere söylersen olur.
Dilek panoları, manifesting ritüelleri, sabah tekrar edilen niyetler... Özellikle Z kuşağı bu ritüellere tutunmuş durumda. Şahsen ben de denedim; evrenden ya da Allah’tan içtenlikle istenen bir şey, gerçekten bir şekilde gerçekleşiyor. Fakat burada önemli olan doğru istemek. Detayları unutmamak. Çünkü eksik bırakılan her dilek, hayatın bize beklenmedik yanıtlar vermesine neden olabiliyor. Tıpkı bir yıl önce İmamoğlu’nun bir miting için attığı tweetin, bugün Silivri’de cezaevine girme gerçeğiyle buluşması gibi…
Cümlelerimiz, dileklerimiz ve korkularımız bizi asla yalnız bırakmıyor.
Korkulardan başladım ama manifesting’e geldim, neden mi? Çünkü korkular da aynı manifesting gibi işliyor. Korkularımızı ne kadar çok dile getirirsek, onlardan ne kadar çok kaçarsak, o kadar çok üzerimize yapışıyorlar. Düşüncelerimizin ağırlığı altında ezildiğimizde, hayat tam da o karanlık noktadan vurabiliyor.
Ben de bunu yaşıyorum. Onca dualar, manifestler ve çabalar... Her şeyi hayalimdeki gibi düzenlemek için sarf ettiğim onca enerji. Ama yine de zihnimin kuytusunda dönüp duran o düşünce: Ya başıma gelirse? Ya bir kez daha yaşarsam? Kendimi hep telkin ettim: ‘İstediğim her şeyi elde edeyim, gerisi önemli değil.’ Ama gördüm ki öyle değilmiş... Dileklerin, duaların, evrene gönderilen mesajların tam anlamıyla paketlenip sunulması gerekiyormuş. Çünkü bardağın boş tarafını da görebilen biriyseniz, hayat hiç beklemediğiniz bir anda sizi en büyük korkunuzla yüzleştirebiliyor.
Korkularımızdan ne kadar kaçarsak kaçalım, onlar peşimizi bırakmıyor. Yüzleşmediğimiz her korku, ruhumuza bir iz bırakıyor ve varlığımızı ele geçiriyor. Ancak onunla yüzleşmek, gözlerinin içine bakmak, korkuyu olduğu gibi kabul etmek, aslında özgürlüğümüzün kapısını aralıyor. Korkuyla yüzleştiğimizde, onun büyüsü bozuluyor ve artık hayatımıza hükmedemiyor. Onu kabullendiğimizde, bir daha o eski güçle üzerimize gelmiyor. Yani korkmak yerine kabullenmek, kaçmak yerine yüzleşmek gerekiyor. Belki de korkumuzun peşimize takılmasının tek nedeni, ondan kaçmaktan hiç vazgeçmememizdir.
Siz de kendinizi en büyük korkunuzla yüzleşirken buldunuz mu? Onunla barışabildiniz mi, yoksa hâlâ gölgelerde dolaşan bir hayalet gibi sizi takip etmeye devam mı ediyor?