Heyecan Uğruna Yitirdiğimiz Huzur
Zevk sisteminin peşinde huzuru unuttuğumuz bir çağda, dopaminin kovalattığı ‘heyecan’la, serotonin sessizliğindeki ‘huzur’u yeniden hatırlamak üzerine…
Zevk, bazen o kadar güçlü hissettiriyor ki... İnsan onun peşinde koşarken neyin eksildiğini fark etmiyor. Ben de fark etmedim. Ta ki, içimde hep bir “daha” isteğiyle yaşadığımı görene kadar. Her ilgi, her güzel söz, her yeni hedef... Hepsi bir anlığına beni yükseltiyor ama sonra sessizlik başlıyor. O sessizlikte kalmak, bana hep garip bir boşluk gibi geliyordu. Meğer adı “düşük serotonin”miş. Meğer ben dopaminin peşindeymişim, huzurun değil.
Robert Lustig’in bir cümlesi beni yerimden etti:
“Dopamin ‘al’ der. Serotonin ‘yeter’ der.”
O ana kadar hep “al” demişim kendime. Daha çok sevgi, daha çok başarı, daha çok dikkat…
Ama hiç “yeter” dememişim. Çünkü demeyi bilmiyormuşum.
Kendi iç sesimi bastırıp, hep dış dünyanın onayıyla yaşamaya çalıştığımı fark ettim.
Sosyal medyada bir bildirimle mutlu olmak, birisi “aferin” dediğinde tamamlanmak sanıyordum.
Ama sonra bir sessizlik başlıyor... O sessizlik, dopaminin çekildiği yerde doğuyor.
Serotonin ise o sessizlikte konuşuyor.
Ama onu duymak için gerçekten durmak gerekiyor.
Durmak... ve kalmak.
Ben kalmayı bilmiyordum.
Bir şeyden diğerine atlıyordum.
İlişkilerde, hayatta, başarıda hep bir sonraki adıma geçmeye çalışıyordum.
Çünkü dopamin bana hep “devam et” diyordu.
Ama artık sormuyorum “neden eksik hissediyorum?” diye.
Çünkü eksik hissetmemin sebebi, fazla şeyin peşinde olmammış.
Zihnimde hep aynı ses dönüp duruyordu:
“Daha fazlası olmalı. Daha çok çalış. Daha çok ilgiyi hak et.”
Ama sonra fark ettim ki o ses benim değilmiş. O dopaminmiş.
Lustig şöyle diyor:
“Dopamin, aramayı sağlar. Serotonin, bulmayı.”
Ben sürekli bir şey arıyordum. Ama asla bulmuş gibi hissetmiyordum.
Çünkü dopaminin işi bu zaten seni hep yolda tutmak. Hiçbir durakta nefes alma hakkı tanımıyor.
Her yeni başarıdan sonra gelen o tatminsizlik…
Bir şeyleri başardığında gelen boşluk…
“Bu kadar mıydı?” hissi…
Hepsi, dopaminin düşmesiyle oluşan duygusal çöküşler.
Lustig’in bilimsel açıklaması çok net:
“Ödüle ulaşıldığında dopamin düşer. Çünkü dopamin hedefi kovalamak içindir, sahip olmak için değil.”
Peki ya serotonin?
Sessiz, derin ve göz kamaştırmayan bir mutluluk.
Onu ölçemezsin. Paylaştığında çoğalan, yalnızken bile huzur veren bir hal.
Lustig buna “kalıcı memnuniyetin kimyasalı” diyor.
Ve ekliyor:
“Serotonin birine sarıldığınızda, doğada yürürken ya da başkasına yardım ettiğinizde salgılanır. Kalabalık değil, anlam gerekir.”
Ben de şimdi anlam arıyorum.
Yeni hedeflerde değil…
Kendime “yettiği” anlarda.
Artık o sessizlik korkutmuyor.
Çünkü o sessizlikte serotonin var.
Ve galiba ben, ilk kez mutluluğunun peşinde “elde etmeliyim” diye koşmuyorum…
Huzurlu olmayı tercih ediyorum.