Kendimle Konuşmalarım
Her zaman tek başına hayatta kalmaya hazır ol.
Bu cümleyi ilk duyduğumda, içimde bir yer sızladı.
İstemesem de haklıydı.
Çünkü bazı insanlar aniden değişiyor.
Hiçbir uyarı vermeden, hiçbir ipucu bırakmadan...
Bugün seninle hayal kuran biri, yarın seni tanımıyormuş gibi davranabiliyor.
Ve sen, ne olduğunu anlayamadan, bir sessizliğin içinde kalıyorsun.
Alıştığın ses yok.
Alıştığın varlık yok.
Ama sen hâlâ oradasın.
İşte bu yüzden: hazır olmak.
Galiba bu hayatta en çok, kendini bırakmamak gerekiyor.
Özgür olmak...
Bana hep uçsuz bucaksız bir deniz gibi gelirdi.
Oysa bazen özgürlük, küçücük bir odada sakince nefes almakla ilgili.
Kendi iç sesini bastırmadan, birine tutunmadan, birine dayanmadan...
Ama biri yanındayken de kalbinde bir sıkışma hissetmeden yaşayabilmek.
Kalmak bir seçimse, işte orada huzur başlıyor.
Her an çekip gidebilme ihtimali, eskiden beni korkuturdu.
Şimdi tam tersine iyi geliyor.
Bir yerden gidebileceğini bilmek, orada kalmayı daha anlamlı kılıyor.
“Mecbur değilim... ama buradayım.” diyebilmek...
Bunun adı galiba içsel güç.
Ve bu güç, kimse fark etmese de içimde bir yerlerde usulca büyüyor.
Kendi ayaklarımın üzerinde durmak, uzun zaman sadece bir mecazdı benim için.
Gerçekten ne zaman ayakta durduğumu fark ettim biliyor musun?
Gözlerim dolu dolu yürüdüğüm sokaklarda, kimsenin beni tutmadığını fark ettiğimde.
Düşmedim.
Ayakta kaldım.
Bazen ağlayarak, bazen içimden gücenerek… ama kaldım.
Çünkü artık yalnızca sevdiğim insanlar değil, kendimle kalabilme hâlim de kıymetliydi.
Kimseye ihtiyaç duymamak…
İlk başta kulağa biraz mesafeli gibi geliyordu.
Ama mesele bu değilmiş.
Asıl mesele, biriyle olmak için ona muhtaç hissetmemekmiş.
Yani, yalnız kalırsam yok olurum korkusunun içinden geçebilmek.
Ve ne gariptir, insan o korkudan sıyrılınca daha çok seviliyor.
Çünkü ihtiyaçtan değil, tercihten gelen bir varlık oluyorsun.
O da özgürlüğün en zarif hali oluyor.
Zihnimde hep açık tuttuğum bir kapı var.
Gitmek için değil...
O kapının orada olduğunu bilmek için.
Bazen bu bile yetiyor.
O kapıyı hiç açmamış olsam bile, “istersem çıkabilirim” hissi
bana, “ben kalmayı gerçekten istiyorum” dedirtiyor.
Ve bu his, bir yerin güvenli olup olmadığını belirliyor.
Birine mecbur olmadığın halde yanında kalabiliyorsan…
O zaman başka hiçbir şeye gerek kalmıyor.
Çünkü kalmak, sevmenin en özgür hali.
Artık biliyorum ki, birliktelikler kendinden ödün verdiğin değil;
kendine dönebildiğin yerler olmalı.
Eskiden bazı şeyleri zorunluluktan yaşadım.
Belki alışkanlıktı, belki yalnız kalmaktan korkmaktı… bilmiyorum.
Ama şimdi başka bir yerdeyim.
Şimdi kalmak istiyorsam kalıyorum.
Seviyorsam gösteriyorum.
Ve içimde “zorundayım” diyen bir ses varsa — bu geçmişten kalma bir yankıysa bile —
onu sessizce fark ediyorum.
Onunla yüzleşip, özgürlüğümü hatırlıyorum.
Kendimle kaldığımda eksilmiyorsam, biriyle olduğumda da taşmamalıyım.
İşte bunun dengesi, tam da bu zamanlarda kuruluyor.
Çünkü artık daha iyi anlıyorum:
Bu hayatta sahip olduğum en kıymetli şey,
Kendimle kalabilme yeteneğim.
Henüz tam anlamıyla değil belki…
Ama içimde, oraya doğru büyüyen bir şey var.